Başlamadan önce; bu yazıda ve bundan sonrakilerde gerçek bilgileri kaynak göstererek kullanacağımı, anlatılan konuyu kendi bakış açımdan inceleyeceğimi, Vikipedi gibi salt bilgiyi temel alan bir platformdan ziyade sözlüklerdeki gibi öznelliğe yer vermekle birlikte desteksiz sallamayacağımı bildirmek isterim.
"Taksim Gezi'de başlayıp çok daha büyük, Türkiye'de daha önce görülmemiş bir boyut ve nitelikteki olaylara dönüşen direniş hareketi"nin nasıl başladığı, nasıl bu kadar genişlediği gibi konuları inceleyen çok sayıda farklı makale zaten yazılmış durumda. Bu yüzden ben aynı hikayeyi en baştan anlatmayacağım. Bir çeşit derleme, galeri ve daha geniş çerçeveden bir inceleme olacak bu.
Yıkım kararı hala mahkemede olan Emek Sineması’nın 21 Mayıs günü kanunsuzca iş makinaları tarafından yıkılmasından sonra bu gece yarısı da Taksim Gezi Parkı’nı tamamen ortadan kaldırmak için iş makinaları Gezi Parkı’na girdi.[2]
Bana göre olaylara boyut atlatan ilk gelişme, yüzüne biber gazı sıkılan kırmızı elbiseli kadın görüntüsünün sosyal medyada yarattığı etkiydi.
Olayların büyüdüğü ilk günden bugüne, eylemlere katılanlar gerçekten de çoğunlukla 90'lılardı. Çocukluğu sokakla bilgisayar arasında bir geçiş dönemine denk gelen ve benim de içinde bulunduğum bu nesil, şimdiye kadar sessiz, apolitik, bilgisayardan kalkmayan, ülkede yaşananlara çok fazla tepki vermeyen bir kitle olarak biliniyordu(muş). Benim de bu tanımdan eksik kalır tarafım yoktur.
Kendi adıma konuşayım, gezi olaylarında daha önce hiçbir olayda görmediğim bir açıklık vardı. Beni bu kadar kendimden emin bir şekilde eylemlere taraf yapan bu netlikti. Daha en baştan bunun büyüyeceğini bilerek sabah akşam eylemleri, polis müdahalesini, başbakan açıklamalarını takip ettim. Fiilen olmasa da ben de kalbimle eylemlere katıldım. Ve böyle bir şey ilk kez oldu.
Birkaç çapulcudan izin alacak değiliz. (...) Herhalde bunun için CHP genel başkanından izin almayacağız, bize oy verenler zaten bunun için izin vermiştir. (...) 300-500 kişi oraya gitti diye köprü inşaatını mı durduralım? (...) Ben diktatör değilim.[4]
İki tane ayyaşın yaptığı yasa (...)[5]
Tayyip Erdoğan'ın bu ve başka açıklamalarıyla toplumu kutuplaşmaya ittiğine, bunu kasten yaptığına inanıyorum.
Kürtaj, ertesi gün hapı, alkol, Ateizm-otizm ilişkilendirmesi, Suriye, tutuklu gazeteci sayısı, iki ayyaş, Fazıl Say, Emek, 3. köprü gibi meseleler zaten artan bir öfkeye neden olmuşken Gezi'ye yapılan müdahale ve takip eden açıklamalar gerilimi tavana vurdurdu. Polis gazladıkça millet gaza geldi. Milletin enerjisi bitecekken Tayyip Erdoğan yeni bir açıklamayla ateşi körükledi. Bu döngü birkaç kere tekrarlandı. Olaylar sürerken bir de Yavuz Sultan Selim meselesi çıktı, eli sopalılar çıktı.
Medyanın milleti nasıl uyuttuğunu, kendi çıkarına çalıştığını gördük.